Uzmanlar Eylül ayı gelmeden önce okullar ve eğitim için adımlar atılması gerektiği konusuna dikkat çekiyor. Paylaş Büyüsün'ün “Eylül sonrasında bizi neler bekliyor” başlıklı canlı yayınında pandemi sürecinde eğitim alanındaki kayıplar, bunların nasıl ele alınması gerektiği ve olası çözüm yolları üzerinde duruldu. Dr. Tomris Cesuroğlu, Dr. Yankı Yazgan ve Dr. Çağrı Kalaça'nın katıldığı programda önümüzdeki yaz aylarını geçen yıl olduğu gibi geçirmenin, kayıpların telafisinde hiçbir yarar sağlamayacağı vurgulandı.
Paylaş Büyüsün'ün “Eylül sonrasında bizi neler bekliyor?” başlıklı canlı yayınında Dr. Tomris Cesuroğlu, Dr. Çağrı Kalaça ve Dr. Yankı Yazgan pandemi sürecinde eğitim politikaları ve bunun toplumsal sonuçları üzerine konuştu.
Programın tümünü izlemek için buraya tıklayın.
Çağrı Kalaça, Türkiye'nin AVM ve camileri açarken neden tiyatro ve okulları kapattığı, başka yerlerde okullar açıkken Türkiye'de sürecin sonuna kadar nasıl kapalı kaldığı sorusunu ortaya attı. Kalaça, pandemi sürecinde gelinen noktanın, yaygın aşılamaya geçilmesiyle birlikte Eylül ve sonrasında konuşulabileceğini belirterek programda gelecek aylar ve Eylül sonrası üzerinde durulacağını söyledi.
Yankı Yazgan, bir yandan dünyanın ciddi bir dönüşümden geçtiğini ve yeni pandemilerin ortaya çıkma ihtimalinin de olduğu bir dönem yaşandığını belirtti. Böylesi bir dönüşüm sürecinde uygulayıcılar ve siyasetçiler için bilimsel görüş ve kanaatleri formüle etmenin önemine dikkat çeken Yazgan, “Dijitalleşmenin yeri hakkında düşünmek önemli. Yüz yüze eğitimin önemini vurguluyoruz ama özellikle yaşı büyük öğrencilerin hayatına daha fazla girmiş olduğu bir zaman oldu. Tüm bu dönüşümler üzerinde durmaya değer.” diye konuştu.
'TÜRKİYE KANITLA DEĞİL, KANAATLE HAREKET ETTİ'
Tomris Cesuroğlu, bir yıl önce bugünlerde Avrupa'da “okulların bir mikrop havuzu olarak bulaşmada rolü olacağı” yönündeki düşüncenin terk edilerek okulların açıldığını, Türkiye'ninse tam tersi bir “kanaatle” okulları kapatarak çocukları da eve hapsettiğini söyledi. Yaz aylarının -sorumluların La Fontaine'in “Ağustos böceği ve Karınca” hikâyesindeki ağustos böceğine benzer davranması sonucu- hazırlıksız bir şekilde geçmesinin ardından ikinci dalga döneminde de yine ilk önlem olarak okulların kapatıldığını hatırlatan Cesuroğlu, bu konuyu araştırdıklarında aslında pandemiyle doğrudan ilgili olmayan iki sebep bulduklarını anlattı. Cesuroğlu bunlardan birincisini eğitim ve eğitimcinin değersizleştirilmiş olması olarak tarif ederken, Türkiye'de eğitimin tümüyle sınava endeksli bir sistem haline geldiğine dikkat çekti. İkinci neden olarak Cesuroğlu, sorundan etkilenen ve daha fazla zarar gören tarafın “güçsüz paydaşlar” olduğunu ve onların da tepki gösterme konusunda zayıf kaldıklarını söyledi.
Eğitimli ve bilinçli ailelerin olanaklarını zorlayarak çocuklarının eğitiminde ek bir rol aldığını, Milli Eğitim Bakanlığı'nın konuyla ilgili bir kaybının olmadığını, özel okulların da sessiz kaldığını vurgulayan Cesuroğlu bu süreçte okullaşma oranlarında da çok büyük kayıplar yaşandığını hatırlattı.
Cesuroğlu, okulların kısa vadede ekonomiye bir fayda sağlamayan yatırımlar olması nedeniyle Türkiye'de “krizde ilk gözden çıkarılan” kurumlar arasında olduğunu belirtti ve tüm bu gerekçelerin aslında doğrudan pandemiyle ilgili değil eğitim sisteminin kırılgan yapısıyla ilgili olduğunu vurguladı. Cesuroğlu bu sürecin sosyoekonomik pozisyonu avantajlı ailelerin çocukları için de olumsuz etkileri olduğunu hatırlattı.
'TÜRKİYE'DE ANNE-BABALAR AŞIRI KAYGILI'
Çağrı Kalaça, Türkiye'de birçok konuda benzer bir sorunun yaşandığını söyledi ve “Bu saydıklarınız etkileyici, bizim bir yıldır konuştuklarımızın da özeti gibi. Kök nedenler dediniz, bir sürü konuda, hemen hemen aynı kök nedenlere giden bir şey var. Derin bir adaletsizlik, onun yarattığı derin çatlaklar, fay hatları, onların kırılması, güçsüz olanın sesinin çıkmasına izin olmayan bir iklimde yaşamamız. O güçsüzlüğü derinleştiren, güçlünün güçlülüğünü çok derinleştirmesi sanki. Yani o analizin orada kalması sorun yaratıyor. Bizim Paylaş Büyüsün'ü kurma sebebimiz, bir dayanışma, birlikte hareket etme, bir çeşit örgütlenme, bilginin etrafında, birbirinin etrafında örgütlenme, kenetlenme. Bu bizi ortak bir noktaya getiriyor.” dedi.
Yankı Yazgan, eğitim camiası içinde çoğunluğun “okulları fırsat bulmuşken kapatalım” diye düşünmediğini ancak toplumda hakim olan korku atmosferinin yönetsel tabakaları da etkilediğini ve bu kesimlerin yanlış bir şey yapmaktan, daha sonra hesap verilebilecek bir konuma düşmekten çekinerek bu adımları attıklarını söyledi. Yazgan, Türkiye'deki anne-babaların kaygı düzeyinin dünyadaki en yüksekler arasında olduğunu endişenin hızlı yayılan bir duygu olması sebebiyle anne-babaların kapanma önlemlerine itiraz etmediklerini belirtti.
'EĞİTİME VERİLEN DEĞER, ÇOCUĞA VERİLEN DEĞERİN SONUCU'
Aşılamanın yaygınlaşmasıyla birlikte yöneticilerin kararlılığının da artmasını beklediğini söyleyen Yazgan, Türkiye'de “iç rahatlığı”nın sağlanmasının önemli bir faktör olduğunun altını çizdi.
Eğitimin değersizleşmesi sorununun benzerlerinin sağlık gibi alanlarda da yaşandığına dikkat çeken Yankı Yazgan, bunlar üzerinde derinlemesine durulması gerektiğini, ancak daha acil olarak gelecek dönem neler yapılacağı, hatta yaz aylarında nasıl bir yol alınabileceği üzerinde durmanın önemli olduğunu söyledi.
Tomris Cesuroğlu güvensizlik başlığına ilişkin bir değerlendirme yaparken Hollanda-Türkiye kıyaslaması üzerinde durdu ve Türkiye'den farklı olarak çocuklara değer verildiğini ve bu nedenle eğitimlerine de önem verildiğini; kapatma girişimleri karşısında çok büyük tepkiler gösterildiğini anlattı.
Dayanışma duygusunun harekete geçirilmesinin kritik olduğunu söyleyen Cesuroğlu, çocukların tümü için okulların açılmasının gerekliliğini vurgulamanın önemine işaret etti. Cesuroğlu konunun aynı zamanda bir kadın meselesi olduğunu da hatırlatırken “birlikte hareket edilerek bir çıkış yolu oluşturulabileceği” üzerinde durdu.
'EĞİTİMLİ VELİLER VE KRİTİK OKULLAR LİDERLİK ETMELİ'
Çağrı Kalaça, “Hayal kırıklıkları ve birikmiş enerjiyi, düşünce coğrafyasını, ekosistemini, iklimini bir şeyi daha iyi yapmak için nasıl düşünebiliriz” sorusunu ortaya atarken toplumsal alanın örgütlenmesine dair fikir geliştirmenin önemine vurgu yaptı. Pandemide bilime olan güvenin öne çıkışı gibi olumluluklar da kaydedildiğini belirten Kalaça, ancak birikmiş sorunlara ilişkin bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu söyledi. Kalaça, “Geçen yıllardan biriktirdiğimiz olumsuzluklar eylül ayında çocuklarımızı, okullarımızı nasıl etkiler? Kaldığımız yerden devam edebilecek miyiz? Bu anksiyete, bu korku, bu öfke dalgalar halinde başka şeylere yansıma potansiyeli var mı?” sorusunu sordu.
Tomris Cesuroğlu toplumsal alanda yapılacaklar bahsine ilişkin “özellikle daha eğitimli kesimdeki velilere çok büyük bir görev” düştüğünü belirterek “Korkunun etkili olduğunu biliyoruz, korku beyni esir alınca rasyonel düşünce ortadan kalkıyor, frontal korteks tamamen devreden çıkıyor. O yüzden çocukları eve kapatıyoruz. Kaygı öyle bir ele geçiriyor ki beyni. Anne endişesi, tüm memeli canlılardaki endişe hakim olunca bizim anlatmamız fayda etmiyor. Bu açıdan özellikle soyut düşünce becerisi gelişmiş ebeveynlerin burada bir liderlik rolü oynaması gerekiyor. Okulların açılması konusunda daha akılcı düşüncelerle hareket etmeleri gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu. Eğitimli velileri harekete geçirerek güç eşitsizliğinin avantaja çevrilebileceğini vurgulayan Cesuroğlu, kentlerdeki önde gelen okulların da lider rolü üstlenerek diğerlerine cesaret verebileceğine inandığını belirtti.