Klinik Psk. Yeliz Çifçi ve TED Adana Koleji Direktörü Mustafa Balkaş, Dr. Çağrı Kalaça'nın moderatörlüğünde “Sınav kaygısıyla baş etme ve akademik başarıyı artırmak üzerine merak edilenler” hakkında konuştu. Paylaş Büyüsün izleyicilerinin soruları üzerinden şekillenen programda aile ve okul çevresinin rolleri ve yapılabilecekler üzerinde de duruldu.
Programı buradan izleyebilirsiniz.
* Kaygı akademik başarıyı nasıl etkiliyor? Bu başlık aynı zamanda bir sistem sorunu olarak görülebilir mi, hangi noktalara yoğunlaşmak gerekir?
Yeliz Çifçi: Diğer duygulardan farklı bir tarafı var kaygının; kaygı bulaşıcı. Mutluluk öyle kolay bulaşmaz mesela ama kaygı girdap etkisi yaratan bir duygu. Anne-baba kaygılı olduğunda “Biz çocuğa hiçbir şey yansıtmıyoruz.” diye düşünseler de, kaygı öyle bir şey değil. Söze yansır, vücut dilinize yansır, sesinizin tonuna yansır, hangi soruyu hangi sırada sorduğunuza yansır. Çocuklar bunların hepsini çok güzel alıyorlar. Oradan buradan o kaygı karşı tarafa geçiyor.
Ayrıca kaygı ve dikkat ters orantılı. Yani kaygı arttıkça, dikkat düşüyor. Bu da zaten akademik başarıyı olumsuz etkileyen bir şey oluyor, günün sonunda.
Çağrı Kalaça: Ben okuduklarımdan ve izlediklerimden şöyle bir sonuç çıkardım: Avrupa'da diğer benzer ülkelere göre de çok farklı olan bir Finlandiya örneği var. Birkaç özelliği var bunların: Hepsi devlet okulu; içinde özel okul yok, herkes yakındaki okuluna çocuğunu gönderiyor, öğretmenlik yüksek bir şey olarak tanımlanmış.
Bunlar bir araya geldiğinde bu konunun sadece psikolojik değil sistemsel olduğunu, ideolojik olduğunu görmemiz için söylüyorum.
Mesela bu okullarda çocukların akademik başarılarıyla ilgili sonuçları onlara her seferinde verilmiyor; bunları okul kendini ölçmek, denetlemek için kullanıyor. Çocuklar Ipad, bilgisayar gibi araçları birlikte bir konuyu araştırmak için kullanmaya devam ediyorlar vs.
Finlandiya'daki okul örneği de aslında sınav merkezli değil, birlikte çalışarak sonuç alma merkezli, toplu öğrenme merkezli, öğrencinin serbest zamanının daha fazla olduğu vs. bir tablo var. Orada akademik başarı dediğimiz şeyin ne kadar serbest bırakırsak o kadar olumlu bir şekilde etkilendiğini görüyoruz.
Bir örnek tıp eğitiminden vereyim. Eskiden lise gibi, anfilere dolup sabahtan akşama kadar sekiz saat, on saat ders ders ders olarak tıp eğitimi yapılırdı… “Başka türlü mümkün değil o kadar konuyu nasıl öğreneceksin?!” denirdi. Şimdi farklı bir yönteme geçildi çoğu okulda. Tıp öğrencileri haftanın bir günü serbest oluyor; kütüphane zamanı, araştırma zamanı, proje yaratma zamanı için. Hem program hafifliyor, hem başarı artıyor.
Sınavı, stresi, akademik başarıyı psikolojik parametrelerle tarif ettiğimizde orada da stres oluyor, ama bunun dışında sistemle ilgili bir şeyleri de konuşmak gerekiyor belki.
Mustafa Balkaş: Finlandiya'da şu anki eğitim sisteminin temelleri 1977 yılında atılıyor. O zamandan beri aslında genel çerçeve değişmeden, bir sistem kurulmuş, onun üzerinden gidiliyor. Her gelen bir şeyi değiştirmeye çalışmıyor. Siyasi bir şey söylemiyorum, ama 40 yıldır gördüğüm bu. Finlandiya’da veya diğer ülkelerde aslında eğitim, bireyin bütününü eğitme üzerine kurulmuş. Birey sadece akademik yanıyla değil, sosyal, sanatsal, kültürel, sportif, duygusal yanlarıyla geliştirilmesi gereken bir bütündür. Bu felsefeyi içselleştirmiş ve bunu uygulayan okullar, Türkiye’de az sayıda da olsa var.
Sanatın, sporun, kültürel faaliyetlerin akademik başarıyı artırdığını gösteren binlerce araştırma var. Bunları yapmayanlar, bunları kesenler kötü niyetlerinden yapmıyorlar bence. Bilmedikleri için yapıyorlar, iyilik yaptıklarını zannediyorlar. Yedinci, sekizinci sınıflara ya da on bir, on ikinci sınıflara kulüp dışı etkinlikler koyuyorlar ama sonra çocuğu oradan alıyorlar, sınava otutuyorlar, test çözdürüyorlar, matematik çalıştırıyorlar.
Akademik başarıyı sınava endekslemek doğru değil. Böyle sistemlerden yetişen öğrencilerin bir ileride, eğitimlerini tamamladıktan sonra aslında her ortama daha iyi adapte olduklarını görüyorsunuz.
Pandemi döneminde de yaşadığımız en ilginç şeylerden bir tanesi okulların online dönemde akademik programlarından sanat, beden eğitimi gibi dersleri çıkartmaları oldu. Hatta zaman zaman yüz yüze gelinen dönemlerde de bu dersler çıkarıldı programlardan. Halbuki o dersler çocukların çok yönlü gelişimine çok ciddi katkısı olan ve akademik başarıyı da doğrudan artırdığı bilinen dersler. Zaman içerisinde, eminim ülkede bunlar konuşuldukça, tartışıldıkça bu anlayış değişecek.
* Akademik başarıyı güçlendirmek için ne yapmalı? Akademik başarı konusunda kaygı duymamak mümkün mü?
Yeliz Çifçi: Ben başarı kelimesini kullanmayı çok tercih etmiyorum. Biz çocuğun başarılı olmasını mı bekliyoruz yoksa mutlu bir insan olmasını mı bekliyoruz; bunun ayrımına gidiyorum çünkü. Çocuğa “Hangi derslerden keyif alıyorsun, hangilerini daha ilgi çekici buluyorsun, hangisini araştırmaya daha heveslisin?” diye sormak bile bir mesaj veriyor. Diyorum ya bizim duygularımız, atıflarımızın toplamı. Atıflarımız da her yerden aldığımız alt mesajlarla oluşuyor.
Ailenin, çocuğu yetiştiren kişilerin, çocuğun ruhsal dünyasında bir kap işleri var, kapsama işlevini görüyor. Okul da bireyin hayatında bir başka kapsayıcı, kap işlevi gören kurumdur. Hem ailenin hem okulun rolü, çocuğu kapsamaktır. Kapsamak çok basit bir şey aslında: Çocuğun ihtiyacıyla eş uyumlu olabilmek, onu kapsamanın en temel koşullarından bir tanesi.
Kapsamak, eş uyumlu olabilmek çok önemli, çocuğun kaygısını kabul etmemiz gerekiyor. Çocuk korkuyor; korkusunu kabul etmek, korkusunu tanımlamak önemli. Bazen aile diyor ki, “Çocuğumuz kaygılı değildir.”. “Son zamanlarda nasıl?” diyorum. “Bu ara biraz fazla yemeye başladı.” diyor, “Biraz fazla sinirli.”
* Kaygının sinyalleri geliyor mu demek bu?
Yeliz Çifçi: Bunların hepsi kaygının sonucu, bunlar kaygıdan bağımsız semptomlar, belirtiler değil. O yüzden, çocukların davranışlarında eskiye göre bir değişiklik fark ediyorlarsa, bunu bir sinyal olarak okumak gerekiyor. Burada demek ki, sağlıklı kanallarla işlenemeyen bir duygu var. Ruhsal yapımız zor duyguları öğütemediğinde ya da öğütmekte zorlandığında semptom dediğimiz belirtiler veriyor. Bir çocuğun içine kapanması, çok hareketli olması, bir anda sert tepkiler vermesi, aşırı yemesi, bir türlü uyuyamaması… bunların hepsi kaygının sonucu olan meseleler. Bunlar problemin kendisi değil. Problem diye gördüğümüz pek çok davranış ve durum, problemin kendisi değildir; başka bir problemin sonucudur; biz semptom görürüz. Pandemi sürecini düşündüğümüzde dış dünyada büyük bir tehdit var zaten. Bu kadar kaygılı bir ortamda ekstra kaygılara hakikaten yerimiz yok.
Ruhsal yapımız aslında bir denge sistemi üzerine kurulu. Yani bütün duyguların ruhsal yapıda bir yeri var, işlevi de var. Bizim kaygımızın arttığı dönemleri de böyle bir tahterevalli gibi düşünelim. Kaygıyı dengelemek için bu tarafa bir şeyler koymak gerekiyor. Bu dönem içerisinde odak sadece sınavdaki başarı oluyor; keyif ve haz bir kenara bırakılıyor. Ders çalışmaya zaman kalsın diye telefonu alma, Ipad’i alma, spor derslerini durdurma... Hepsi buna dahil. Çocuğun hakları da elinden alınıyor.
Aileler bakıyor; “Duruyor.” diyor. Çocuğun durmaya da ihtiyacı var. Boş kalmaya ihtiyacı var. Aileler “Boş boş duruyor.” diyor. Bırakın dursun. Durmak onu dinlendirecek, ruhunu da dinlendirecek, gün boyunca çalışan bütün sistemlerini de dinlendirecek. Çocuğun keyif ve haz alacağı şeylere zaman yaratması, ailenin de buna önem vermesi çok önemli diye düşünüyorum.
Mustafa Balkaş: Bizler K12’de, üniversitede ve hayatta tam donanımlı bireyler yetiştirmeye çalışıyoruz. Ve iş hayatında eğer özgüveni gelişmemişse, istediği kadar akademik başarısı olsun başarılı olamadığını biliyoruz bireylerin.
Yine Doğan Hoca'ya gönderme yapacağım, bir alıntı yapacağım: Özgüven iş yaşantısında yüzde 85-87 arasında etkili. O nedenle, okulda ve evde, anne baba olarak, öğretmen olarak, okul yöneticisi olarak yaptığımız her şeyi yapmadan önce “bu çocuğun özgüveni nasıl etkiliyor” diye bakmak lazım. Bu çok önemli. Bu konuyla ilgili fikrimiz yoksa, bununla ilgili Doğan Hoca'nın yığınla videosu var, o videoları izlemelerini öneririm. “Denetim odaklı korku kültürü ve gelişim odaklı kültür”den bahsediyor. Bunu anlamak, içselleştirmek çok önemli. Telefonunu alarak, baskı yaparak özgüven olmaz. Duygu unutulmuyor, bilişsel olan her şey sonuç itibarıyla duyguyla bağlantılı. Akademik olarak başarılı olmasını istiyorsak, çocukların sağlıklı bir duygusal gelişimi olmasını ve özgüvenlerini zedelemeyecek, tam tersine onu geliştirecek şeyler yapmasını sağlamak gerekiyor.
* Uyku ve hareketin akademik başarıdaki rolü nedir?
Mustafa Balkaş: Uyku konusu çok önemli bu dönemde. Uzaktan öğretim sürecinde okul olmaması nedeniyle çocukların uyku düzenleri bozuldu. Uyku, akademik başarıyı doğrudan etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi. Zamanında uyumak, gece yatmak. Gece uykusu ile gündüz dokuz saat uyumak arasında fark var, biliyoruz. Bilginin konsolidasyonu, dikkat dağınıklığının olmaması, konsantrasyon vb. bunların hepsi uykuyla bağlantılı. Diyor ki, “Ben çok çalışıyorum, yüz tane soru çözüyorum, gece de üç saat uyku uyuyorum.” Olmadı. Aslında çalışıyorsun ama üç gece üst üste üç saat uyku uyuyorsan dikkat dağınıklığı olması kaçınılmaz. Buna çok dikkat etsinler.
Bir ikincisi de, hareket etsinler. Hareket, akademik başarıya etkisi olan bir şey, beyine daha fazla oksijen gitmesi akademik başarıyı da artırıyor. Biz online programlarda derslere hareketi entegre ettik. Sadece beden eğitimi değil; fizik dersinde, matematik dersinde hareket ettiriyoruz.
Hareketsizlikten kaynaklı bir başka sorun var ki, herkes kilo almaya başladı. Bunun uzun vadede bu jenerasyonda bir etkisi olabilir diye düşünüyorum. O nedenle hareket etsinler, her gün yürüyüş yapsınlar. Her gün 40-50 dakika yürüyüş yapmanın çok ciddi faydası olduğunu biliyoruz.
Her şeyin başı sağlık; sağlığımızı kaybettiğimiz zaman hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Kaybettiğinde, insan sağlığın ne kadar önemli olduğunu anlıyor. Bu hareket ve uyku meselesini hem genel sağlık açısından, hem de akademik başarı açısından dikkate almalarını, bununla ilgili videolar izlemelerini öneriyorum.
* Nasıl hedef koymalı?
Mustafa Balkaş: Hedef koyarken çocukların ilgisini, yeteneğini, kapasitesini dikkate almak çok önemli. Çocuğun bunu değerlendirmesi, velinin bunu değerlendirmesi… Çocuklar için gerçekçi olmayan bir takım hedefleri onlara empoze etmemek çok önemli. Gerçekçi olmak lazım, çocuğun kapasitesine uygun, gerçekçi hedefler koymak lazım.
Bir de hedef meselesiyle ilgili şunu söylemek lazım: Araştırmalar, hedeflerini yazan kişilerin o hedeflere ulaşma oranının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Hedef sadece düşünsel olarak hedef koymak değil, hedefleri yazmak da ona ulaşmaya katkıda bulunan bir şey. Dolayısıyla, hedeflerini yazsınlar derim özetle.
Çağrı Kalaça: Hedefi koyarken, hedefin sahibini ortadan kaldırmamak lazım. Onun kendi hedefi olabilir. Bu önemli.
Sizlerin üzerinde durduğunuz şekilde, düşüncelerimizin duygularımızdan bağımsız olmadığını idrak edebilmemiz çok önemli. Çünkü sanki “akademik başarı, olgusal bilgi, ezber bilgisi, literatür vs. salt düşünme odaklı” bir şeymiş de, duygu dünyamız bambaşka bir şeymiş gibi kavrıyoruz, öyle zannediyoruz çoğunlukla. Oysa siz dediniz ki, düşüncelerimizi unutabiliyoruz ama hissettiklerimizi unutmuyoruz; bizi etkilemeye devam ediyorlar. Dolayısıyla hedef koyarken aynı zamanda çocuğunuzla duygusal bir ilişkide olduğunuzu ve bunun orada da yankıları olduğunuzu düşünmeniz lazım. Hedef koyarken de, stresle baş ederken de, düşünce ve duygu dünyasının iç içeliğine dikkat etmek gerek.
Bölüm 1: Sınav Kaygısı blog yazısına buradan ulaşabilirsiniz.