Pandemi Derslerini Temize Çekiyoruz

Koç Üniversitesi´nde pandemi çalışmaları yapan bir oluşumda yer alan iki hekim Prof. Dr. Sibel Sakarya ve Prof. Dr. Önder Ergönül´ün, Dr. Çağrı Kalaça´nın konuğu olarak biraraya geldiği programda tüm boyutlarıyla salgın süreci değerlendirildi.

Testlerden tedaviye, aşıdan salgın politikalarına, bilim dünyasındaki gelişmelere kadar bir dizi başlıkta merak edilen soruların tartışıldığı son canlı yayında, izleyicilerin yorumları da değerlendirildi; tartışmanın Paylaş Büyüsün PAYlaşımlarında devam etmesi çağrısı yapıldı.

Paylaş Büyüsün'ün “Pandemide öğrendiklerimizi temize çekiyoruz” başlıklı, 8 Nisan tarihli canlı yayınında bir yılı geride bırakan pandemi sürecinde bilimsel ve toplumsal olarak çıkarılan dersler masaya yatırıldı. Koç Üniversitesi'nde pandemi çalışmaları yapan bir oluşumda yer alan iki hekim Prof. Dr. Sibel Sakarya ve Prof. Dr. Önder Ergönül'ün, Dr. Çağrı Kalaça'nın konuğu olarak biraraya geldiği programda tüm boyutlarıyla salgın süreci değerlendirildi.

BİR YILIN DERSLERİNİ TEMİZE ÇEKMEK

Çağrı Kalaça son bir yıl içerisinde olağanüstü gelişmeler yaşandığına dikkat çekerek başladığı konuşmasında bilim iletişimi, bilimsel kavramların öğrenilmesi, kanıtlar, bilimsel rehberler, virüsler, aşılar gibi bir dizi başlıkta bir çok yeni şey öğrenildiğini hatırlattı. Sağlık emeğinin öneminin ne kadar yüksek olduğunu kavradığımız bir yıl geçirdiğimizi; sağlığın bir ekip işi, bir sosyal adalet konusu ve ilk çözülmesi gereken konu olduğunun fark edildiğini söyleyen Kalaça, programı son bir yıldaki dönüşüm ve öğrenme sürecini temize çekme fikriyle tasarladıklarını belirtti.

DÜNYA TOPARLADI, TÜRKİYE SIKINTILI

Önder Ergönül Batı'nın köklü kurum ve ülkeleri de dahil olmak üzere covid19 pandemisine tüm dünyanın hazırlıksız yakalandığını vurguladı. Bilim geleneği ve köklü birikimi olan ülkelerin bu birikiminin zaman içinde harekete geçerek salgınla ilgili konumlarını daha iyi noktalara taşıdığını belirten Ergönül, Türkiye'de durumun giderek kötüleşen bir seyir izlediğini söyledi. Ergönül, enfeksiyon kontrolü çerçevesinde ciddi çalışmalar yapılmakta olduğunu, durumun görece kötü olmadığını, ancak salgın yönetimi ve özellikle tedavi konusunda çok ciddi sorunlar olduğunu belirtti.

Tanı testleri konusunda da başlangıçta kötü durumdayken dünyayı yakalamaya çalışan Türkiye'nin maske üretimi gibi özel alanlar dışında tüm başlıklarda dışa bağımlılığına dikkat çekti. Ergönül, Türkiye'nin sağlık ordusunun önemli bir avantaj olduğunu, reflekslerinin iyi olduğunu ancak bilimsel donanımı konusunda emin olamadığını söyledi. Ergönül tüm bu başlıkların pandemi dönemini takiben masaya yatırılıp tartışılması gerektiğini ve eleştirinin bilimsel gelişim için önemini vurguladı.

CORONA DEĞİL INFLUENZA BEKLENİYORDU

Sibel Sakarya'ysa başlangıçta yaşanan hazırlıksızlığın sebebinin aslında başka bir pandemi için hazırlık yapılmış olması olduğunu belirterek dünyadaki pek çok ülkenin aslında bir “influenza pandemisi” planına sahip olduğunu hatırlattı. Sakarya, bilinmezlik ve şaşkınlıkla başlayan ve bir yılı geride bırakan süreçle ilgili bilim dünyasındaki egemen görüşün, bilim tarihinin en büyük başarılarının elde edildiği bir dönem olmasına karşın bunun tadının çıkarılamadığı şeklinde olduğunu belirtti. Sürecin tahmin edilenden fazla uzadığına; aşının yeterli olup olmayacağı gibi konularda hâlâ bir korkunun bulunduğuna işaret eden Sakarya, bu süreçte halk sağlığı önlemleri başlığında bir dizi ders çıkarıldığını anlattı.

Büyük keşif ve teknolojik gelişmelerin; bireysel, toplumsal veya yönetsel düzeylerde etkili eylemlere dönüştürülebilmesi konusundaki zorlukların nasıl aşılacağı sorununun önemli bir başlık olarak ortaya çıktığını vurgulayan Sakarya, salgın dönemlerinde insanlarda davranış değişikliği yaratma konusunun, yeni dönemin önemli bir çalışma alanı olarak kendini gösterdiğini söyledi.

VİRÜSLER GÜNDEMDE KALACAK MI?

Çağrı Kalaça beklenmedik durumların ortaya çıkışına ilişkin olarak, on yıl kadar önce Asya'da olması beklenen kuş gribi salgını için Dünya Sağlık Örgütü'nün hazırlık yapması, ancak sürpriz bir şekilde Güney Amerika'da bir domuz gribi salgınının ortaya çıkmasını örnek göstererek “pandemiler” konusunun dünya gündeminde kalmaya devam edip etmeyeceği sorusunu ortaya attı.

Prof. Ergönül “emerging infections” olarak bilinen uzmanlık alanının pandemi döneminde öne çıkışını anlatırken tıbbi dedektiflik olarak tarif edilebilen bu alanın; bir yerde ortaya çıkan ve eldeki verilerle açıklanamayan durumları kapsadığını, yeni virüslerin de bu şekilde saptandığını anlattı.

Son pandemide de yapılan çalışmaların sonunda yeni ortaya çıkan virüse SARS-CoV-2 adının verildiğini ve bunun bir RNA virüsü olduğunu hatırlatan Ergönül, kısaca diğer RNA virüslerinin ortaya çıkış süreçlerine değinerek virüslerin dünya üzerindeki varlığı ve salgınların ortaya çıkışına dair bilgiler verdi. Ergönül, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle birlikte insanlığın mikro canlılarla ve bunların ortaya çıkardığı salgın benzeri durumlarla daha farklı biçimlerde uğraşmaya başladığını; bunun devam eden bir süreç olduğunu söyledi.

Son salgının influenza beklenirken corona virüs olarak ortaya çıkmasının da bu uzmanlık alanı için “olağandışı bir durum olmadığını” belirten Ergönül, salgın çalışan bilim dünyası içinden anekdotlar aktardı.

MASKE HEP HAYATIMIZDA OLACAK MI?

Çağrı Kalaça odağı pratik sonuçlara doğru çekerek, yaşanan pandemi sonrasında insanların yaşantısındaki farklılıkların neler olacağı; pratik olarak sürekli maske kullanımından, sağlık sistemine, çocuklarımızın eğitimlerine kadar nelerin değişebileceği sorusunu ortaya attı.

Sibel Sakarya küresel ısınma, insan hareketliliğinin artması, kentleşme ve insan türünün diğer canlıların yaşam alanına sirayet etmesi gibi sebeplerle gelecekte de enfeksiyon hastalıklarından kaçınılamayacağını vurgularken daha önce Uzakdoğu’da gözlenen ve diğer coğrafyalardaki insanların tuhaf karşıladığı maske kullanma pratiklerinin kış ayları için kalıcılaşabileceğine değindi.

Sakarya, maske kullanımı konusunda başlangıçta yanlış mesajlar verildiğini, bunun sebebinin de influenza beklentisinden kaynaklandığını ve “asemptomatik bulaş” bilinmediğinden bunun önceki hazırlık paketinde yer almadığını hatırlattı.

AŞI BİR ÇIKIŞ STRATEJİSİ Mİ?

Halk Sağlığı Önlemleri başlığında (aşı ve ilaç dışındaki önlemler) kapanma ve maske kullanımı gibi pratiklerde yeni bilgilerin ortaya çıktığını belirten Sakarya, bundan sonraki hazırlık paketinde bu yeni derslerin değerlendirileceğini söyledi.

“Bundan sonra hep maskeyle mi gezeceğiz” sorusu için ek olarak Sakarya, Lancet'te yayımlanan “Aşı bir çıkış stratejisi mi” başlıklı makaleye atıfla aşı olduktan sonra da enfeksiyonun yaygınlaşmaması için maske kullanımının sürdürülmesi gerekeceğini anlattı.

VİRÜS NASIL BULAŞIYOR?

Çağrı Kalaça, “maske-mesafe” üzerindeki odağa dikkat çekerek “Corona virüsünün bulaşma şekline yönelik güncel bilginin ne olduğunu sordu.

Bu konunun bilim dünyasında çok tartışıldığına işaret eden Ergönül, başlangıçta 1 metre olarak tarif edilen sosyal mesafenin 2 metreye çıkışını, maske kullanımındaki tartışmalarda önem taşıyanın maskenin burnu ve ağzı tam kapatacak şekilde kullanılması olduğunu ve temelde el yıkamanın yeterli olduğunu anlattı.

Sibel Sakarya CDC'nin (Centers for Disease Control and Prevention) 5 Nisan tarihli yeni bir yayınında birincil bulaşma yolu olarak hâlâ damlacık yolunun görüldüğünü, ikincil olarak havayolu ve üçüncül olarak da elle bulaşmanın sıralandığını söyledi. Damlacık ve havayolu tartışmasının 2 metre ve ötesi gibi sonuçları olduğunu ve hâlâ en temel korunma yolunun 2 metre mesafe olduğunu belirten Sakarya kapalı, kalabalık ve iyi havalanmayan ortamlarda 2 metreyi aşan örneklerin de görüldüğünü belirtti.

VARYANTLAR PANDEMİ SÜRECİNİ NASIL ETKİLİYOR?

Çok merak edilen mutasyon, değişim ve varyantların oluşumu konusunu gündeme getiren Çağrı Kalaça “Yeni örneklerin aşıya direnci” sorusunu yöneltti.

Önder Ergönül mutasyonun aslında virüslerin evrim süreci olduğunu anlatırken, RNA virüslerinin bu kadar gündemde olmasının sebebinin virüslerin mutasyona uğramaları olduğunu söyledi. HIV ve influenza için aşı bulunamamasının da mutasyonla ilgili olduğunu belirten Ergönül, SARS-CoV-2'nin 4-5 mutasyonunun tartışıldığını söyledi.

BÜYÜK KAYGI: SARS-CoV-3 ÇIKACAK MI?

Bunları İngiliz, Güney Afrika, Brezilya, Chicago-Michigan ve New York varyantları olarak sıralayan Ergönül, virüslerin etkileriyle ilgili tartışmaların yanılsamaya ve yanlı görüşlere açık epidemiyolojik çalışmalar olduğunu, şu anki asıl büyük tehdidin virüsün başka bir virüse dönüşmesi ve SARS-CoV-3'ün ortaya çıkması olduğunu vurguladı. Şu sıralar gün gün bunun izlendiğini ve bu konuda uluslararası bir toplantı da yapıldığını söyleyen Ergönül şimdiye dek virüslerin mutasyona uğramış olsa da aşılardan kaçabilmiş olmadığını ancak bu kaygının herkese hakim olduğunu belirtti.

TESTLERLE İLGİLİ DURUM NEDİR?

Çağrı Kalaça'nın “Testlerle ilgili durum nedir” sorusunu yanıtlayan Sakarya, testlerin temelde antijen testleri ve antikor testleri olarak sınıflandırıldığını söylerken, antijen testlerin virüsü aradığımız, antikor testlerin vücudun virüse cevabını aradığımız testler olduğu ortaya kondu. Antijen testler arasında altın test olarak nitelenenin PCR testi olduğunu, bunun yanında hızlı antijen testlerinin de geliştirildiğini belirten Sakarya test sonuçları açısından hızın önemli olduğunu hatırlattı.

AŞI OLDUKTAN SONRA TEST YAPTIRMAK DOĞRU MU?

Sakarya antikor testleriyle ilgili yaygın bir yanlış davranışa işaret etti ve insanların aşı yaptırdıktan sonra meraklarını gidermek için antikor testi yaptırmaya yöneldiğini hatırlattı. Aşı koruyuculuğu test etmenin daha karmaşık testlerle mümkün olduğuna işaret eden Sakarya piyasada yaygın olarak yapılan antikor testlerinin güvenli bir şekilde yorumlanmasının zorlukları olduğunu söyledi. Sakarya aşı sonrası antikor testi önermediklerini, aşı olanların maskelerini kullanmaya devam ederek açık havada daha rahat davranabileceklerini vurguladı.

Türkiye'de testler ve tedavi konusunda belli bir kesimin aşırı tüketimci olduğu değerlendirmesi yapan Ergönül, örneğin PCR testinin 2 aya kadar pozitif çıkabildiğini ama bunun iyileşmeme anlamına gelmediğini vurguladı. Yine bir başka yanlış davranış olarak insanların negatif çıkana kadar test yapmaya çalıştıklarını anlatan Ergönül, bulaştırıcılığın 10 günden sonra PCR pozitif olsa da mümkün olmadığını ekledi. Ergönül, bu aşırı tüketimin sağlıklı sonuçlar vermediğini örneklerle açıkladı.

RİSK GRUPLARI DIŞINDA EVDE TEDAVİ NASIL OLMALI?

Çağrı Kalaça bundan sonra Ergönül'e tedavi ve ilaç kullanımıyla ilgili bir soru yöneltti.

Önder Ergönül hastalığın tedavisiyle ilgili soruya insanların yüzde 80-90'ının bu hastalığı normal bir şekilde geçirdiği ve hastanın evde takibinin mümkün olduğu yanıtını verdi. Risk grubu dışındakiler için evde gerekli üç şey olduğunu belirten Ergönül, bunları:

1. Oksimetre

2. Termometre

3. Basit ateş düşürücü (parasetemol) bir ilaç, olarak sıraladı.

Obezitenin kesinleşmiş bir risk faktörü olduğunu hatırlatan Ergönül, obez olan ya da ileri yaş gibi riskli örneklerde bir haftanın sonunda daha ağır bir tablonun ortaya çıkabildiğini söyledi.

Önder Ergönül, Dünya’da ve Türkiye'de başlangıçta kullanılan hidroksiklorokin gibi kimi ilaçların, özellikle yan etkileri nedeniyle daha sonra “kovulmuş ilaç” kategorisine alındığını, halen kullanılan favipiravir'in de yakın zamanda bu kategoriye alınmasını beklediklerini söyledi. Ergönül, bu ilaçların virüsü etkileyebilme ihtimali olduğunu ancak yoğun bakım ya da ölümleri etkilediğine dair hiçbir bilimsel yayın olmadığını hatırlattı.

İLAÇ KULLANIMINDA LİBERAL YAKLAŞIM YANLIŞ

Bu bölümde sağlık sistemindeki eşitsizliklerle birlikte, gereksiz antibiyotik reçetelenmesi gibi ilaç kullanımlarındaki sorunlar konuşuldu. Vitaminlerin ve takviye edici ilaçların da gereksiz kullanıldığı, bilimsel olarak bunların kullanılmasını destekleyecek güvenilir verilerin olmadığı vurgulandı.

Önder Ergönül ABD eski başkanı Donald Trump'ın ifade ettiği “verelim ne kaybederiz” şeklindeki ilaç kullanma yaklaşımının “ilaçların liberal kullanımı” olarak tarif edilebileceğini ve bunun tıbbi açıdan uygun olmadığını, Türkiye'de “yalın, sade bir tedavi” protokolüne ihtiyaç olduğunu vurguladı.

TOPLUMSAL BOYUTU ÖNE ÇIKIYOR

Çağrı Kalaça eşitlik yaklaşımının önemine işaret ederek bu dönemin bu açıdan çok fazla olumsuzluk içerdiğini ve salgının etkisini katlayan toplumsal hasarın yoğun yaşandığını vurguladı. Konunun sadece bilimsel ve teknik düzlemle sınırlı olmadığını, toplumsal ve sistemle ilgili yönlerinin de öne çıktığını belirten Kalaça bir yılın dersleri içinde toplumsal örgütlenmenin, akıl ve dayanışmayla toplumu örgütlemenin de önem kazandığını söyledi.

YOKSULU DA ZENGİNİ DE VURUYOR YALANI

Sağlıktaki eşitsizliklerin halk sağlığının çok önemli bir konusu olduğunu söyleyen Sibel Sakarya pandemi sürecinin bunu daha görünür hale getirdiğini hatırlattı. Sakarya “Bu pandemi yoksul zengin ayırmıyor, herkesi vuruyor” şeklindeki söylemin, etkisi giderek azalan “büyük bir yalan” olduğunu vurguladı: Hastalığa yakalanma, test, tedavi, aşı gibi hizmetlere erişim açısından yoksul kesimlerle zengin olanlar arasında ciddi bir eşitsizlik olduğunu söyleyen Sakarya, bilgiye erişim açısından da durumun böyle olduğunu belirtti. Sibel Sakarya dünyanın bundan ders çıkarması gerekirken örneğin Kanada'nın aşı konusundaki tutumunda olduğu gibi “aç gözlü ve pervasız” tutumların sürdüğünü görmenin üzücü olduğunu söyledi.

BİLGİNİN GÜÇ OLDUĞU HİSSEDİLDİ

Önder Ergönül'se kitlesel bir çıkış beklentisi içinde olmadığını, ancak bilimin gelişimi açısından umutlu olduğunu söyledi. Pandemi sürecinde bilginin bir güç olduğunun hissedildiğini ancak bunun toplumsal pratiklere uyarlanması konusunda derslerin değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. İyimser olup çaba sarf ederek, bilimin kazandığı gücü değerlendirerek yol alınabileceğini vurguladı.

AKADEMİK BİLGİYLE GERÇEK HAYAT BİLGİSİNİ BÜTÜNLEŞTİRMEK

Çağrı Kalaça da umutlu olmanın önemini vurgularken Türkiye'nin en yoksul zamanlarda dahi tüberküloz, lepra gibi hastalıklarla mücadele etmiş bir sağlık ordusuna sahip olduğunu ve bu geleneğin önemli olduğunu hatırlattı. Sağlık çalışanlarının taleplerinin görünür olması gerekliliğine işaret eden Kalaça, sağlıkçıların “Covid bir meslek hastalığıdır” konulu mücadelesinin desteklenmesini istedi. Akademik bilgiyle, literatür bilgisinin gerçek hayat bilgisiyle bütünleştirilmesi gerekliliğine işaret eden Kalaça, Paylaş Büyüsün'ün yayınlarının da bunun bir örneği olarak tasarlandığını anlattı.

 

Canlı yayınımızın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.


Yorumlar
Yorum eklemek için giriş yapmalısınız