´Çok Bunaldım Artık Yeter´ Diyorsanız Buraya Bir Bakın

Acar Baltaş ve Yankı Yazgan çoğumuzun “Canı cehenneme” hissiyle içinde bulunduğu aşırı bunalma haliyle nasıl baş edilebileceğini anlattı.

Acar Baltaş ve Yankı Yazgan çoğumuzun “Canı cehenneme” hissiyle içinde bulunduğu aşırı bunalma haliyle nasıl baş edilebileceğini konuştu.

Paylaş Büyüsün'ün 31 Mart Çarşamba günü gerçekleştirilen Canlı Yayını'nda Dr. Yankı Yazgan, Prof.Dr. Acar Baltaş'la “Zor Zamanlarda Yaşamak ve Hayatı Yönetmek” üzerine konuştu. Programda pandeminin ortaya çıkardığı zor günlerde pek çok insanın aşırı derecede bunaldığı ve (psikoloji literatüründe “What the hell effect” olarak geçen) “canı cehenneme” noktasına geldiği saptanırken, buna karşı hangi uyum sağlama mekanizmalarının iş görebileceği üzerinde duruldu.

HEPİMİZ ÇOK BUNALDIK

Zor zamanlarda yaşamak ve hayatı yönetmek konulu sohbette Yankı Yazgan öncelikle Acar Baltaş'a pandemi sürecinin insanlar üzerindeki etkisini nasıl gözlediğini sordu. Baltaş bu soruyu şöyle yanıtladı: “İnsanlardan en çok duyduğumuz bir bunalma hali var. Psikolojide literatürdeki karşılığı bunun 'What the hell effect'. Meraklıları bilirler. Karşılığını merak edenler için, 'canı cehenneme' şeklinde ifade edebileceğimiz bir durum. Kızıyoruz, öfkeliyiz, ama neye belli değil. Kızmakla halledilmeyecek, çözülmeyecek bir sorunla karşı karşıyayız. Ama bir bunalma halidir gidiyor. Neden bunalıyoruz deyince iki şey geliyor benim aklıma. İnsan canlısının uyum sağlayamayacağı hiçbir şey yok. Bütünüyle savunmasız bir canlı olarak dünyaya geliyor ama kutuplarda da yaşıyor, ekvatorda da yaşıyor hatta uzayda da yaşıyor. İnsanın uyum sağlayamadığı tek şey belirsizlik. Faktörlerden biri bu. İkincisi uyum sağlamak da öyle çok büyük bir marifet değil, işte biz bu duruma uyum sağladık. Ancak ait hissetmiyoruz kendimizi. Burada önemli bir nüans var. 'Bu benim yaşamak istediğim hayat değil' diye düşünüyor büyük çoğunluk.”

İRADENİN TÜKENMESİ

Acar Baltaş, bu durumun doğal olduğunu ve pandeminin insanların iradesini tükettiğini belirterek insanların alışkanlıklarından bu kadar uzun süre ayrı kalma halinin bu sonucu verdiğini söyledi. Bu tabloda insanlarda “karanlık yüz” (Dark Side) olarak bilinen bir özelliğin öne çıktığını belirten Baltaş, “Kariyeri rayından, yolundan çıkartan özelliğimiz baskı altında ortaya çıkan özelliktir. Dark side iki şekilde ortaya çıkar bir baskı altında, ikincisi kendimizi her türlü kuralın üzerinde görmeye başladığımız zaman. Kurum içinde düşünelim, hiyerarşide yükseldikçe insanlar karanlık yüzü daha rahat ortaya koyarlar. En tepeye varınca da artık saklamaya gerek yoktur, o erdem olarak sergilenir” diye konuştu.

Yankı Yazgan da bu dönemde insanların kural tanımama ve kendilerini ayrıcalıklı görme davranışlarının belirgin hale gelişi üzerine gözlem ve değerlendirmelerini paylaşırken özellikle anne-babaların üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme konusunda zorlandıkları bir dönemden geçildiğine işaret etti. İçinde yaşanan dönemin belirsizliği, yeni çalışma koşullarının ortaya çıkışı gibi başlıkları hatırlatan Yazgan bu dönemin kişilerin çalışma motivasyonlarını nasıl etkilediği sorusunu Acar Baltaş'a yöneltti.

'HERKES SINAVDAN GEÇİYOR'

Baltaş çalışma motivasyonlarının liderlerin tutumuna bağlı olduğunu, bu dönemde kurum liderlerinin kalibrelerinin sınandığı bir süreçten geçildiğini vurguladı. “Bu dönem, kitap ayracı gibi hepimizin hayatında çok özel ve unutulmayacak, ileri demans olana kadar hep hatırlanmaya devam edecek bir dönem. İnsanlar yaşadıklarını unutacak ama nasıl hissettiklerini unutmayacaklar. Dolayısıyla her yöneticinin insanlara nasıl hissettirdiğini düşünmesi gerekir. Sadece yönetici olarak değil, hayat arkadaşı olarak, eş olarak, anne-baba olarak, çalışan olarak yönetici olarak ve evlat olarak... hepimiz geçtiğimiz bu yıla bir not verebiliriz, memnunsak mesele yok, değilse nasıl artırabileceğimizi düşünmemiz lazım” diye konuşan Baltaş bundan sonra kriz dönemlerine ilişkin kritik başlıkları sıraladı.

GERÇEKÇİ OLMAK, OLUMLU DÜŞÜNMEK

Baltaş, özellikle zor dönemlerde insanların kendi koşullarını gerçekçi bir şekilde değerlendirerek daha zor durumda olanları düşünmeleri gerektiğini söyledi. Bunun “Amerikan psikolojisinin dünyaya saldığı bir zehir” olarak gördüğü “iyimser olma” yaklaşımından farklı olduğunu vurgulayan Baltaş, “Bir şeyden memnun değilsek ve değiştirmek istiyorsak, sahip olduklarımızın üzerine basarak, oradan hareket ederek değiştirebiliriz. Sahip olduklarımızı düşünmekte bu açıdan fayda var. Bunun kıymetini bilmek açısından da önemli. Kaybedince değerini öğreniyoruz çünkü” diye konuştu.

İnsan hayatındaki harekete geçirici önemli dönüşümlerin önemli bir zihinsel aydınlanma ya da kuvvetli bir kalp kırıklığı yaşadığında olduğunu hatırlatan Balkaş, pandemi sürecinin de kendi hayatımızla ilgili bir değerlendirme yapma fırsatını bizlere verdiğini söyledi.

KRİZ İLETİŞİMİ VE İNSAN DAVRANIŞI

Baltaş, entelektüel müktesebatı, birikimi olan insanların bu krizi fırsat olarak gördüğü gözlemini aktarırken kriz yönetimine dair notlarını aktardı. Krizi “Bilinen çözümlerin geçerli olmadığı durum” olarak tarif eden Baltaş kriz iletişiminde 4 başlığın önemini hatırlattı:

1. Ne biliyorsan söyle

2. Ne bilmiyorsan onu söyle

3. Bilmediğini ne zaman ve nasıl bileceksin onu söyle

4. İlk söylediğine çok dikkat et, çünkü insanların büyük çoğunluğu ilk duyduğuna inanır, hele bu onun konforuna geliyorsa…

İnsanların uyarı/önlemleri konforuna uygun şekilde yorumladığına dikkat çeken Baltaş “Bilgi davranışı değiştirmiyor. Bilginin davranışı değiştirmesi için mutlaka duyguyla köprülenmesi gerekiyor. Birçok insan için. İkincisi bilimsel perspektifi olmayan insanlar, doğal olarak işi bilim olmayan insanlar farklı perspektiften bakıyor, o zaman da risk hesabıyla risk algısı karışıyor. Risk hesabının bir algoritma olduğu bilinmiyor. Risk algısı, ihtiyaçlar, beklentiler doğrultusunda aklına geleni en doğrusu zannediyor” diyerek kriz durumlarında “en doğru”nun olmadığını, “en az sakınca taşıyanın” yürürlükte olması gerektiğini işaret etti.

KAMU YÖNETİMİ, AKADEMİ, MEDYA

Yankı Yazgan, Türkiye'de salgın döneminde Siyasi Otorite ile Sağlık Otoriteleri arasında zaman zaman ortaya çıkan çelişkili tutumların sağlık otoritesinin “en az sakınca taşıyanı” yürürlüğe sokma tercihinden kaynaklandığına dikkat çekerken Acar Baltaş da kriz yönetiminde üç kuruma güvenin büyük önem taşıdığını söyledi. Üç kurumu kamu yönetimi, akademi ve medya olarak tarif eden Baltaş, “Bu üç kuruma güven ne kadar yüksekse krizler o kadar kolay geçiriliyor, az zarar veriyor ve öncesine hızlı, yumuşak bir geçiş yapılmış oluyor. Burada herkes Türkiye'de bu üç kuruma not verebilir ve sonuçla ilgili kendi adına bir mülahaza çıkarabilir” dedi.

Siyasi kademelerin bilime olan inancının önemine dikkat çeken konuşmacılar, İspanyol gribi yaşandığı sırada çıkarılmış derslerin dahi bugün öneminin dikkate alınmayabildiği üzerinde durdular.

Acar Baltaş insan algısında dehşet anlarının ve yakın dönem yaşananların hatırlandığı saptamasından hareketle, gençlerin birkaç kuşak önce yaşananları doğru algılayamamaları konusuna değindi ve pandemi sürecinde gençleri içine alacak daha etkili iletişim mesajlarının oluşturulması gerektiğine dikkat çekti.

TASADA ve KEDERDE ORTAK OLMAK

Acar Baltaş, insanların hayatını kontrol eden üç alan olduğunu belirterek bunları “Özgür irade alanı, yasanın egemenlik alanı ve gönüllü itaat alanı” olarak tarif etti. Gönüllü itaat alanını, yurttaşlık bilinciyle ilişkilendiren Baltaş, başta gençler olmak üzere bu alanda yaşanan değer yitiminin krizlerle başetme konusunda da topluma zorluklar yaşattığını vurguladı. “Yurttaşlık bilinci ne kadar yüksekse insanlar gönüllü itaate o kadar uyum gösteriyor. Bizim yaşadığımız zorlukların en önemli sebeplerinden biri yurttaşlık bilincinin zayıflamış olması. Bu, tasada ve kederde ortak olmak demektir… O kadar çok kriz var ki, ülkenin tarihinde bunlar bizim için aslında antikor. Krizle başetme malzemesi bu. Bu krizleri aşmaya imkan sağlayan yurttaşlık bilincidir. Bunu kaybedince, tasada ve kederde ortak olma bilincini kaybedince bu tür krizlerle başa çıkmak zorlaşır. Şehit olanların hepsi ekmeğin fiyatını bilen ailelerden çıkıyorsa, bedelli askerlik aileler için, gençler için bir övünç kaynağı olabiliyorsa yurttaşlık bilincini tesis etmek zorlaşır” ifadelerini kullanan Baltaş eğitim müfredatında Çanakkale gezilerinin yer almasının gençlerin yurttaşlık bilinci kazanmasında etkili olabileceği üzerinde durdu.

İYİMSERLİK DEĞİL UMUT VE OLUMLU TUTUM

Yankı Yazgan “Burada aslında bölünmenin nasıl oluştuğunu, çatlamanın nasıl oluştuğunu görüyoruz. Bir toplumun, bir kurumun... Bu ülke için de olabilir, şirket için de, aile için de... İnsan birlikteliği, birbirimizle olan bağlarımızın bizi bir arada tutması sayesinde sürüyor. Aile içi bağlar da öyle. Gönüllü itaat üzerinde herkesin uzlaşmış olması gerek. Bunu zorla sağlamaya çalışanlar bir yanda, bir diğer yanda da bunu gereksiz ve manasız görenler. Her şeyin kendiliğinden yolunu bulacağına inanmak gibi” diyerek konuyu iyimserlik başlığına çevirdi. Yazgan, Acar Baltaş'a “İyimserlikle umut arasında bir fark var mı, biraz açar mısın” sorusunu yöneltti.

Dünyada kutsal kitaplardan sonra en çok satan kitapların “iyimserlik” vaaz eden kitaplar olduğunu hatırlatan Baltaş altı boş bir iyimserliğin Amerikan psikolojisinin dünyaya yaydığı bir zehir olduğu ifadesini yineledi. Amerikalılar için iyimserliğin önemli bir erdem olduğunu ancak bu toplum için geçerli olan özelliklerin tüm dünyada karşılık bulmasının doğru olmadığını işaret eden Baltaş, iyimserlerin kimi önemli araştırmalara göre daha kısa yaşadığının saptandığını da hatırlattı.

Umutlu olmanın bir hedef, bir plan ve strateji ve bu plan ve strateji doğrultusunda bir eylem içerdiğinin altını çizen Baltaş, umut kavramının farklılığına dikkat çekti.

OLUMLU TUTUM: OLACAK OLANA ODAKLANMAK

Amerikan psikolojisinin vaaz ettiği iyimserlikle, onun yerine önerdiği “olumlu tutum” arasında çok temel farklar olduğunu belirten Acar Baltaş, şunları söyledi: “Olumsuz tutum değiştiremeyeceğimiz, olmuş olana takılmaktır, başkalarını suçlamaktır, kendinizi suçlamaktır ama odak geçmiştedir. Olumlu tutum, değiştirebileceğiniz, olacak olana odaklanmaktır.

GENÇLERİ BAŞARIYLA ZEHİRLEMEMEK

Zor zamanlarda hayatı yönetmede önemli olan bir başka özelliği “yılmazlık” yani “düşmek, kalkmak, başarısız olmak” olarak tarif eden Acar Baltaş, “Biz gençlerimizi başarıyla zehirleyerek yetiştiriyoruz. Bu çok tehlikeli” diye konuştu. Bunun, “Başkalarının önüne geçmek, para kazanacak bir eğitim yapıp iş sahibi olmak, pozisyon sahibi olmak; zaten o zaman çocuk mutlu olur daha ne istiyor” şeklinde kavrandığını, oysa başarının potansiyelini gerçekleştirmekle ilgili olduğunun, bunun da ancak sınırlarını zorlamakla gerçekleştirilebileceğinin düşünülmediğini vurgulayan Baltaş, üstün zekalıların zekalarının sınanacağı durumlardan kaçmayı tercih ettiğini ve bu nedenle potansiyellerini kullanamadıklarını belirtti.

ÖZ GÜVEN DEĞİL ÖZ YETERLİLİK

Acar Baltaş, zor zamanlar için bir başka önemli özelliği de “öz yeterlilik” olarak ifade etti. “Geçmiş başarısızlıkların, düşüp kalkmaların, sınırını zorlayıp başarısız olup kalkıp tekrar problemi çözmenin sonucunda kazanılmış olan yeterlilik duygusu” olarak tarif ettiği öz yeterliliği, Amerikan psikolojisindeki “öz güven”in karşısına koyan Baltaş, “Dünyada en yüksek öz güven, manyaklarda, bipolarların üst ucunda, sosyopatlarda (halk deyimiyle psikopatlarda) ve narsistlerde var. Bu insanlar sahip olmadıkları özelliklere sahip olduğunu düşünüyor, sahip olduklarını da abartıyorlar” diye konuştu.

Olumlu düşünme, yılmazlık, öz yeterlilik gibi özelliklerin yanına mutlaka alçak gönüllülüğün de eklenmesi gerektiğini belirten Acar Baltaş “Platon'un bir sözünü duydum bugün: Güce ihtiyacı olmayan insanlar, gerçekte güçlü insanlardır. Güç peşinde koşmayanlar. Bunu sonunda da anlam duygusu yaratıyor lider, ilham veriyor ve anlam duygusu yaratıyor” sözleriyle konuşmasının bu bölümünü tamamladı.

 

**Canlı yayınımızın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.


Yorumlar
Yorum eklemek için giriş yapmalısınız