Kendi Kitabını Bulmak: Çocukta Kitap Sevgisi İçin İlk Adım

Behiç Ak´la kitap “okuma”nın yeni biçimleri, çocukların yeni ortamlarda içerik tüketme alışkanlıkları, ekran bağımlılığının sonuçları, 3-6 yaş resimli kitap okumaları gibi konuları ele aldığımız röportajın detayları için yazımıza göz atabilirsiniz.

Çocuk kitapları yazarı ve çizer Behiç Ak'la kitap “okuma”nın yeni biçimleri, çocukların yeni ortamlarda içerik tüketme alışkanlıkları, ekran bağımlılığının sonuçları, 3-6 yaş resimli kitap okumaları, anne-babaların çocukla kurduğu ilk entelektüel ilişki, çocukları edebiyatla tanıştırmanın önemi, iyi bir çocuk edebiyatının temel nitelikleri ve Akı'ı son kitabı Altı Kırk Dört Dalgası'nda doğa-kent ve mutluluk temalarının felsefi arka planı üzerine uzunca sohbet ettik. Bu keyifli sohbette öne çıkanları sizinle üç gün boyunca paylaşacağız. Sohbetimizin bölümün temaları “Kendi kitabını bulmak: Çocukta kitap sevgisi için ilk adım”, “Sevilecek kitaplar için anahtar: İyi bir hikaye”, “Çocuklar da yazar, hem de iyi yazar” şeklinde belirginleşti. Keyifli okumalar...

Anne-babaların merak ettiği bir başka şey de: Çocuğumuza kitap okumayı nasıl sevdirebiliriz? Kitap okumanın önemi hiç itiraz görmeyen bir şey, herkesin dert ettiği bir şey. Kayda değer bir yorum; anne-baba kendisi okumadan çocuklara sevdirmesi mümkün değil şeklinde, ki bu konuda örnek olan anne-baba sayısının sınırlı olduğu da açık. Ne yapmalı?

- Aslında okumaktan hoşlanmayan çocuk çok az, yok gibi bir şey. Ama kendi kitabını bulamamış çocuk çok fazla var. Kendisinin okumaktan zevk alacağı bir metni bulamamış çok çocuk var. Çünkü “Her çocuk için bu çok harikadır, bütün çocuklar bunu okusa zevk alır” diyebileceğimiz bir şey yok. Çünkü çocukların karakterleri, kişilikleri, geldikleri yer, aile ortamları farklı. Fakat birçok çocuğa hitap edebilecek kaliteli metinler var. Bizim çocukluğumuzda çok az çocuk kitabı olduğu için biz çoğunu okurduk. Ama bazılarını okurken de çok zevk almazdık aslında, kerhen okurduk, sırf okumuş olmak için, okuma pratiğimizi geliştirmek için okuduğumuz kitaplar da vardı.

İşte çocuk bu tarz kitaplarla karşılaştığı zaman, sadece okumuş olmak için ona okutulan kitaplarla karşılaştığı zaman okumaktan kaçıyor doğal olarak. Ve bu çok sağlıklı bir duygu aslında, sağlıksız bir şey değil. Çocuk sevdiği metinleri okumak istiyor.

O yüzden okuma-yazma sorunu varmış gibi görünen çocukların birçoğu seveceği hikâyelerle tam karşılaşmamış olan çocuklardır. Eğer bunlarla karşılaşırlarsa mutlaka sevecek ve okuyacaklardır.

Sevilecek Kitaplar İçin Anahtar: İyi Bir Hikâye

Onun çaresi nedir? Nasıl bulacağız çocuğun sevdiği kitabı?

- Bunun için çocuğa çok fazla fırsat tanımak lazım. Kolay bir şey değil, gerçekten çok fazla fırsat tanımak lazım. Hemen olabilecek bir şey değil. Bazı çocuklar için çok kolay olabiliyor bu, bazıları için zor. Ama bu zor olması, olmadığı anlamına gelmez. O çocuğun sevdiği kitaplar mutlaka var, onu bulmak lazım.

Tabii ki, çocuk kitapları, çocuklar için hikâye yazmak, onların sevebileceği bir hikâye yazmak kolay bir şey değil. Bu bütün dünyada böyle. Çünkü klişeleşmiş konular var. Ne yazık ki, çok fazla retorik oluyor içinde. Çok didaktik demeyeyim ama çok fazla öğüt verici hikâyelerle donanmış, bir çok ülkede böyle, Türkiye'de de aynı şekilde. Hikâyeler çok fazla çocuğu bir köşeye sıkıştırıp ona bir öğüt vermek üzerine kurulu. Ve hikâye olmaktan yoksun kitaplar. Çocukların bir çoğu bu kitaplardan sıkılıyor haklı olarak.

Hatta yeni kuşak, didaktizm konusunda çok tepkisel davranıyor. Sadece ergen tepkiselliği değil, daha küçük yaşlardakiler de… Kendisi bulmak istiyor.                                                                  Öğrenme konusunda dayatmacı bir yaklaşım çok fazla işe yaramıyor sanki artık.

- Evet, zaten bunlar aslında didaktik kitaplar da değil. Didaktik kitap aslında güzel bir şey. Çocuklar onlarla da çok güzel ilişki kuruyor. Mesela TÜBİTAK bilim serisinden çıkan kitaplarda, hikâyenin içinde o konuyu öğretme amacı vardır, hikâye ona hizmet eder.

Bahsettiğim didaktik değil de “öğüt verici” kitaplar. “Yalan söyleme sakın”, “Şunu yaparsan böyle olur” gibi bir takım ahlaki klişeler üzerine kurulu öğütler. Ne kadar doğru olduğu belli olmayan öğütleri ardı arkasına sıralayan; hikâye özelliği olmayan kitaplar.

Tabi bu çocukları sıkıyor, bizi de sıkıyor. Çocukken böyle bir şey okutmaya kalktıklarında sıkılıyorduk. Bunlarda genelde çocuğa bir suçluluk duygusu aktarılıyor. “Yalan söylersen başına şu gelir... Bak yalan söylemek neden kötü, çünkü şöyle olur...” Oysa ki çocuk yalan söyleyebilmeli. Çünkü bir hikâye içinde de, hayat içinde de insanlar yalan söyleyebiliyor. Yalan da soyutlamanın bir parçası, bir tür düşünmenin bir parçası. Tamamen yalan üzerine kurulu bir dünya tabi ki çok yanlış bir şey, fakat büyüklerin sabahtan akşama kadar yaptığı bir şeyi çocuğa yasaklayarak çocuğu geliştireceğini düşünmek çok yanlış bir şey.

Amaç; çocuklara iyi bir öykü okutmak, iyi bir öykü yazmak, çocuğu iyi bir edebiyat eseriyle tanıştırmak olmalı. Çocuğa iyi bir öğüdü nasıl verebiliriz, değil. Çocuğa iyi bir öğüt de versek, kötü bir öğüt de versek değişmez. Kötü bir öğüt veren bir kitabı okuduğu zaman o çocuk kötü olmuyor ya da iyi bir şeyler anlattığı zannedilen bir kitabı okuduğu zaman çocuk iyi olmuyor. Çocuk sadece edebiyat zevkinden mahrum kalmış oluyor. Bu, bence çok büyük bir eksiklik. Çocuğun edebiyat zevkinden mahrum kalması kadar büyük bir eksiklik, telafi edilemez.

İyi bir hikâye yazabilmek lazım, bu da çok kolay bir şey değil. Neden değil? Masal ve anlatıdan insanların hikâyeye geçme serüveni aslında çok uzun yıllar almış, o kadar kolay bir şey değil. Düşünsenize masal üzerine, koca Rus edebiyatı Gogol'ü beklemiş. Bir hikâyeyi, ciddi bir hikâyeyi, gerçekten bireyin konu edindiği bir hikâyeyi dinleyebilmek için Gogol gibi bir yazarın gelmesini beklemişler.

Günümüzdeyse, ne yazık ki hem yetişkinler için hem de çocuklar için anlatının çok fazla egemen olduğu bir dönemden geçiyoruz. Yani hikâyenin değil de anlatının çok önde olduğu. Anlatılar da çocuklar için sıkıcı. Anlatı, çocuğa edebiyat zevki aşılayabilecek bir şey değil ne yazık ki. Hikâyenin kendisinin olması lazım.

Bu nereden kaynaklanıyor? Bunun mutlaka çağımızın başka bir sürü problemiyle ilgisi vardır ama temel olarak çok kaba bir şekilde anlatırsam… Yazarların kendi hayat hikâyeleri çok sınırlı çağımızda. Yani genellikle referanslara dayanarak yazıyorlar. Bütün dünyada öyle. Bir Hemingway gibi savaşlara katılıp savaş muhabirliği yapıp yazar olmuş olan insan sayısı çok az. Ya da Herman Menville gibi balina avcılığından gelip de, Moby Dick gibi bir kitabı yazan yazar yok. Daha çok referanslara dayanarak yazan, kendi hayatının çok fazla hikâyesi olmayan yazarlar egemen. Bu, ister istemez eski klişelerin çok egemen olduğu, çok fazla tekrar edildiği, daha çok anlatıya dayanan bir edebi ortam sunuyor. Biraz hikâyesizleşmiş bir dünya var. O yüzden iyi hikâyeci de çok az çıkmaya başladı.

Elbette çocuk bundan sıkılıyor, çocuk hikâye yaşamak istiyor, hikâyenin içine girmek istiyor. Bu çok büyük bir ihtiyaç aslında. Yani hikâyenin içine giren bir çocuk, hikâyeyi yaşayan bir çocuk hikâye arayacaktır.

Bir de çocuk edebiyatı diye bir şeyin varlığı çok fazla kabul edilmedi kimi çevreler tarafından, Türkiye'de özellikle bu çok yaygındı. Çocuklar için edebiyat mı olurmuş, şeklinde... Hatta ben ilk yaptığım kitapları, Türkiye'de bastıramadım, kimi tesadüflerin de yaşanmasıyla Japonya'da yayımlandı. “Ya bunlar çok önemli, büyükle çocuk arasında bir köprü” derken, “Sen koca mimar olmuşsun bununla uğraşıyorsun” diyenler oldu.

Yerli yazarların çok fazla gelişmesi teşvik edilmiyordu. Zaman zaman bu yetişkinler için yazan yazarlara “Siz bir de çocuk kitabı yazsanıza” diye sipariş veriliyordu ama bu bir sipariş olduğu için çok fazla etkili de olmuyordu. Böyle bir şey var maalesef, bütün dünyada var.

Fakat tabii ki pek fazla katmanı var bir hikâyenin. Hem görsel olarak, hem hikâyenin kendi katmanları, anne-babayla kurulan ilişki, doğayla kurulan ilişki... O kadar farklı katmanlar var ki, çocuk kitabı yapmaya kalkan biri, oralarda hiç kimsenin bilmediği yeni bir bilgiyle karşılaşabiliyor, yeni bir buluş yapabiliyor. O yüzden bu konuda böyle çok köşeli fikirler de bazen engelleyici olabiliyor.

O zamana hiç kadar hikâye yazmamış biri, bir ev kadını mesela oturup bir hikâye yazıyor. Hiç kimsenin yazmadığı, bulamadığı bir şey buluyor o hikâyede, yeni bir şey keşefediyor. O yüzden deneysel bir yanı var. Eğitimin nasıl deneysel bir yanı var, onun gibi. Bu deneysel yanını çok önemsiyorum. O deneysel yanı taşıyan çocuk kitaplarını eğitici buluyorum.

Benim de deneysel olarak çıkarttığım bir sürü sonuç oluyor. Çocuğun ilk kez bir kitapla tanışmasında duyduğu ihtiyaçlar nelerdir? Bütün bunları kitabı yaparken düşünüyorsunuz, onunla ilgili bir takım pratikler oluyor. Psikiyatrist ya da bir psikolog olarak bu konuyu incelemiş değilim. Ama tamamen deneysel olarak, hikâyenin kendi içindeki çocuklarla kurduğum ilişkiyle çıkarttığım sonuçlar bunlar…

Çocuklar da Yazar, Hem de İyi Yazar

Çocukların yazma merakı konusundaki deneyiminizi de paylaşabilir misiniz?

- Çocuklar hikâye yazmaya çok meraklılar ve gerçekten çok güzel hikâyeler yazanları da var. Kıskandırıcı tarzda güzel hikâyeler yazan çocuklar var. Onlar zaman zaman hikâyelerini gönderiyorlar. Hatta Çize-Yaza Öyküler diye bir sayfa yaptık; o sayfada yayımlıyoruz bunları. Kendi yazıp çizdikleri hikâyeleri. Mesela bir çocuğun gönderdiği bir hikâye çok etkilemişti beni. Bir tohumun büyüme endişesini anlatıyordu. Bir tohum ne olacağını bilmiyor büyüyünce. Biri diyor “Sen incir ağacı olacaksın”, başkası “Hayır sen buğdaysın” ya da öbürü başka bir şey diyor. Böyle bir hikâye yazmış, müthiş bir şey. Çok farklı zeka ürünleri olan hikâyelerle karşılaşıyorsunuz. Bir de tabi ekran bağımlılığından gelen, vurdulu-kırdılı, herkesin tek boyutlu olduğu hikâyelerle de karşılaşabiliyorsunuz.

 

Behiç Ak'la röportajımızın ilk bölümüne linkten ulaşabilirsiniz.

Behiç Ak'la röportajımızın son bölümüne linkten ulaşabilirsiniz.

 


Yorumlar
Yorum eklemek için giriş yapmalısınız