Geleceğin kuşaklarını yetiştiren okullarda en çok neye önem verilmelidir?
Eğer önümüzdeki 10, bilemediniz 20 yıl içerisinde bugün insanların iş hayatında yapabildiklerinin çoğunu robotlar ya da makine öğrenmesine dayalı algoritmalar yapacaksa bugün aldığımız eğitim, gelecekte bizi nereye ve nasıl konumlandıracak?
Bu soruların cevabını ararken yol gösterici olabilecek bir temel bilgimiz var: İnsanı robotlardan ve makinelerden ayıran (şimdilik) en önemli göstergelerden birisi duygularının varlığı. Diğer canlılardan ayıran ise, duygularının farkındalığı ve duygularını yönetme becerisi. Bir başka önemli gösterge ise insanın sosyal hayatı: Başkalarıyla beraber yaşaması. İş birliği ve rekabet gibi olguların, sevgi ve öfke, bağlılık ve güven gibi duyguların sosyal hayatın ürünü ve tutkalı olması.
O zaman nasıl olacağını tam bilemediğimiz bu geleceğe hazırlanırken, ayırıcı özelliklerimizi beslemek ve pekiştirmek bir strateji olabilir: Sosyal ve duygusal gelişimin geleceğe hazırlanmanın ana yollarından başlıcası gibi gözüküyor. Öyleyse, günümüz kuşaklarının sosyal ve duygusal gelişimi nasıl ve kim tarafından desteklenecek?
Anne-baba, okul, toplum
Çocuğun gelişimini anne-baba başlatır, çocuk büyüdükçe toplum okul gibi kamusal kurumlar aracılığıyla katkı verip çocuğun gelişiminin hak ettiği noktaya erişebilmesi için gerekli olanakları sağlayarak sürdürür. Okul ders yapılan bir yerden ibaret değildir; okulda oluşan iklim ile bir toptan gelişim alanı ortaya çıkar. Okulun iklimini ise okuldaki paydaşların sosyal ve duygusal gelişim düzeyi belirler. Bu cümlelerin kulağa hoş gelen bir klişe gibi geldiğini kabul ediyorum; ancak hayata geçirilmemiş bir slogan düzeyinde kaldığını da görmemek mümkün değil.
Hayata geçirilmemiş olması eğitim çevrelerinde sosyal ve duygusal gelişimin nasıl gerçekleşeceğine ilişkin bir netliğin olmaması, akademik gelişim dışındaki alanlarda sistematik uygulamalar gerekliğinin kabul edilmemesi gibi etkenlerle açıklanabilir. Diğer yandan, ülkelerin eğitim yapı ve kazanımlarına ilişkin önemli verileri bir araya getiren PISA değerlendirmelerine 2015’te öğrencinin sosyal ve duygusal gelişimine ilişkin soruların eklenmiş olması, okulun sadece akademik değil duygusal, fiziksel ve sosyal gelişimdeki rolünün artan öneminin evrensel kabulünü yansıtıyor.
Belki de dünyanın içinde olduğu karmaşık ve çapraşık durumdan çıkış yollarından birisi çocuklarımızın duygu dünyasında zenginleşme ve farkındalığı sağlamaktan, başkalarıyla iş birliği yapma becerilerini kazanmaktan, başkalarına zihninde yer açmayı öğrenmekten ve çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının bilişsel/akademik gelişiminin ayrılmaz zemini olduğunu akılda tutmaktan geçiyor.
PISA ve sosyal duygusal gelişim
PISA’nın akademik ve bilişsel gelişime ilişkin bulguları, her ülkenin kendi eğitim uygulamalarına ilişkin bir geri bildirim olarak görülüyor. Son araştırmaya eklenmiş olan iyilik hali (wellbeing) soruları sağlık ve eğitimin, ruh sağlığı ve fiziksel sağlığın içiçeliğini ortaya koymakta. Bu iyilik halinin sadece öğrencilerin değil, okuldaki öğretmenlerin ve yöneticilerin, diğer çalışanların ve anne-babaların hepsini kapsayan nitelikte olması gereğini göstermekte.
PISA bulgularından (2015’te toplanmış, 2017’de rapor edilmiş) birkaç örnek vereyim: Sosyal ve duygusal gelişim sorularına yanıt veren 53 ülke arasında ülkemiz öğrencileri “en memnuniyetsiz”. Türkiye’den katılan öğrencilerin neredeyse yarısı (%48) “hayatından tatmin olmuyor, memnun değil”. Çin, Kore gibi ayıklamacı sınavlar yapan ülkelerin öğrencileri de ülkemizdekilere yakın oranda memnuniyetsiz.
Ülkemiz öğrencilerinin 2 özelliği daha var: 1) “iyi hazırlansam bile kendimi bir türlü hazır hissedemiyorum”: kaygı ve stres düzeyi en yüksek olan birkaç ülkeden birisi, 2) “sınıfımın en iyilerinden birisi olmalıyım”: rekabetçiliği en yüksek birkaç ülkeden birisi. Üstelik, bu özellikleri taşıyan birçok başka ülke öğrencisinden farklı olarak başarısı oldukça düşük. Kaygı ve stres ile başkalarının önüne geçme “gerekliliği” bir araya gelince başarı iyice düşmekte.
Eğitim dünyamız bu konuya nasıl bakıyor?
Ülkemizde YDY Danışmanlık ile Yale Center for Emotional Intelligence iş birliği ile eğitim liderlerinden oluşan 1253 kişilik bir grupta Şubat 2017’de Özyeğin Sosyal Yatırımlar desteğiyle gerçekleştirdiğimiz bir araştırma eğitimcilerin sosyal ve duygusal gelişim ile başarı arasındaki bağlantıyı gayet net bir biçimde kurduğunu gösterdi.
Eğitim liderleri okulların sosyal ve duygusal gelişime (ve bunun tamamlayıcısı “odaklanma ve planlama” becerilerinin gelişimine) en az müfredat odaklı akademik gelişim kadar yer vermesi ve bu süreçte okul liderlerinin birinci derecede rol oynaması gerekliliğini sosyal ve duygusal gelişim amaçlı okul çapında uygulanacak yapılandırılmış programlara ve gençlerin kolayca erişebileceği yenilikçi eğitim kaynaklarına olan ihtiyacı belirttiler. Bu veriler kişisel olarak değişik çalışmalarda bir araya geldiğim kamu ve özel sektördeki eğitimcilerin deneyim ve dilekleriyle birebir uyumluydu.
Sosyal/Duygusal Gelişim ve Okul Liderliği
Peki, sosyal ve duygusal gelişimin okul ikliminin esas parçası olması somut sonuçlar sağlar mı? Bu gelişimin sağlanması kimin görevidir?
Okul ikliminin iyilik hali üretecek şekilde olmasının özünde bir liderlik meselesi olduğunu düşünüyorum. Liderlik derken, sadece okul müdürü ile sınırlı olmayan, ancak müdürün öncülüğü ve aktif katılımı olmaksızın yürütülemeyen bir yaklaşım tarzından söz ediyorum.
Öğrencilerin gelişimini bir kendi yolunu arama/bulma (“bağımsızlaşma”) süreci olarak görürsek, anne-babası ve öğretmenlerinin yaklaşımlarının uygunluğu ile orantılı bir gelişim gerçekleştirir. Bu nedenle öğrencilere dönük (ve öğrenciler için) yapılacak her uygulama okul ikliminin esas unsurlarından olan yöneticileri, öğretmenleri, okul idari ve hizmet personelini ve çocuğun hayatının temel unsuru olan anne-babaları içermelidir.
Öğretmenlerin sosyal ve duygusal gelişimine yatırım yapılmasının öğretmenlerin öğrenciyle geliştirici ve adanmış bir ilişki kurmasına doğrudan etkisi vardır. Aynı etkililik anne-babalar için fazlasıyla geçerlidir. Okul liderliğinin rolünün önemli bölümünü bu geliştirici ve adanmış ilişkiye modellik ve öncülük yapmak oluşturur. Sosyal ve duygusal gelişimin önceliklendiği ve yapılandırılmış programların yürütüldüğü okullarda okul iklimindeki değişikliklerle akademik başarının doğrudan etkilendiği, öğretmen tükenmişliğinin azaldığı ve öğretmen/öğrenci ilişkisinin geliştiriciliğinin arttığı bildirilmektedir.
Odaklanma becerileri bir önkoşul
Sosyal duygusal gelişim, akademik/öğrenme becerilerinin de özünü oluşturan “yürütücü işlev” (odaklanma ve planlama başta olmak üzere) gelişimi ile bütünlenir. Çeldiricilerin yoğun olduğu, kendini kontrol becerilerinin yeterince gelişmediği, öncelik ve önem sırasının birbirine karıştığı, görev ve sorumlulukların anında sonuç elde etme kültürünün etkisi altında kaldığı bir çağda, dikkat ve odaklanma, planlama ve organizasyon becerilerinin sosyal ve duygusal gelişimin ayrılmaz bir parçası olarak geliştirilmesi gerekmektedir.
Okul müfredatının içinde yer alan uygulamalara yer verilmesi yanısıra okul liderliğinin başı çektiği, öğretmenlerin, anne-babaların ve elbette ki en çok öğrencilerin bizzat yer aldığı farklı deneyimsel öğrenme fırsat ve programları sosyal ve duygusal gelişimin yolunu açacaktır.
Özetleyeyim.
Sosyal ve duygusal etkenler okulun iklimini olduğu kadar eğitimin bireysel ve toplumsal çıktılarını da etkiler. Sonuçların daha ziyade ve ister istemez akademik olarak ölçüldüğü okul yıllarının uzun vadeli “çıktısı” kişiliğin oluşumu ise, bu oluşumu sosyal ve duygusal gelişim belirler.
Öğrencilerde öncelikle empati, başkasının ve kendisinin duygularını anlayabilme, başkalarının davranışının nedenlerini doğru biçimde kestirebilme ve başkalarıyla iş birliği içinde yaşama ve çalışma gibi yetilerin gelişmesini amaçlayan bu programların okul yöneticileriyle başlayan, okulun öğretmen ve personelini, anne-babalarını ve öğrencileri kapsayan bir nitelikte olmasına gerek var.
Sosyal ve duygusal gelişimi esas alarak okul iklimini iyileştirmeye dönük dönüşüm programları bu hedeflere erişmeyi sağlayacak liderlik yetilerini kazandırmayı ve sürekli kılmayı amaçlar. Ülkemiz okullarının sosyal ilişkiler ve duygusal olgunlaşmaya katkıyı birincil görev olarak benimseyip üstlenmesi toplumsal ilerleme ve akademik başarı kadar kişisel mutluluklar için de bir büyük adım olacak.
Dr. Yankı Yazgan