ʺO Kız Kitabı...ʺ

Bu yazıda bir baba ve oğulun kitap okuma alışkanlıklarının farklılığını anlatan anılardan bahsedilmiştir.

Karadeniz'in belki de üzerine en çok konuşulacak özelliği olan Rize'de büyüdüm. İlkokulu orada okudum. Henüz siyah beyaz televizyonumuz ve haftanın üç günü Trabzon TRT'den yapılan paket yayınlar başlamamıştı. Radyo dışında evde zaman geçirecek fazla bir şey yoktu herhalde. Mahallenin sokaklarında haytalık yapmak dışında gazetenin karikatür bantlarını okur hale geldikten sonra uzun saatler boyunca kitap okumaya başlamıştım. İlkokul öğretmenimin hediye ettiği Milliyet Çocuk yayınlarından çıkan Fadik'ten sonra her hafta bir kitap almaya, Milliyet Çocuk Dergisi'ni düzenli izlemeye, evde ne bulursam okumaya başlamıştım. Ortaokul'da artık kimin aldığını bilmediğim Dostoyevsky, Stendhal, Tolstoy, Kemalettin Tuğcu (yıllar sonra böyle bir yazar var mıydı gerçekten tartışması yaptığımızı hatırlıyorum) gibi yazarların kitaplarını okumuştum. Meydan Lauresse fasiküllerini heyecanla beklediğimi hatırlıyorum. 

Uzatmadan okumuş bir baba olarak sorumluklarım vardı. Oğlum kitap kurdu olmalıydı. Benim gibi bir süre sonra Tommiks Teksas değil esaslı şeyler okumalıydı. Resimli ilk kitaplarını su gibi ezberleyen Ege, arada sıkılıp değiştirdiğim hikayeleri düzeltip kendi ezberine göre anlatmam konusunda ısrarcı olurdu. En büyük sıkıntı bir kitabın hikayesini beğenmeyip ilk okumamda değiştirmişsem sonraki okumalarda hatırlamadığım için ortaya çıkıyordu. Benzer bir durumu öğretmeninin dikkatsizlikle yaptığı hatalarını düzeltmeye kalktığımda yaşamıştım. İlk duyduğu ya da öğrendiği esastı. 

Demokratik bir babaya yakışır şekilde 4 yaşlarında kitapevlerine birlikte gidip kendi kitaplarını seçsin istedim. Ben kendime kitap bakarken O da çocuk raflarında sayfalarını karıştırıp kitap seçerdi. Bir gün yeni çıkanlar standına dalmışken Ege'nin "Hayırrrr... istemiyorummm..." bağırtısı ile irkildim. Telaşla çocuk bölümüne seğirttiğimde tezgahtar kızın uzattığı kitaba "bu kız kitabı..." diye itiraz ederken buldum Ege'yi. "Niye kız kitabı olsun çok güzel bir kitap..." ısrarını Ege kararlılıkla "rengi pembe çünkü..." diye püskürttü. Tezgahtarın kahkahaları arasında ben de derin bir nefes aldım. Neyse korsanlı bir kitap seçip ayrıldık kitapevinden. Yolda düşündüm renklerin cinsiyetini oyuncaklar gibi biz mi öğretmiştik acaba?

Ege büyüdü, ilkokul biterken Harry Potter furyası arasında "en sevdiğim kitaplardan" diyerek Pal Sokağı Çocukları'nı verdim ona. Hızlı bir okuyucu idi üç gün sonra kitabı getirdi ve "senin istediğin kitabı okudum şimdi kendi istediğim kitabı okuyacağım" dedi. "Nasıl beğendin mi bari?" sorusunu dinlemeden kendi uzay galaksisi dünyasına döndü. Yıllar içinde mizah duygusu gelişti ve "komikli" kitaplara merak sardı. Ben de önce "Felaket Henry" dizisi sonrasında "Sizinkiler" serisi ile bu sürece destek vermeye çalıştım. Nereden bulduysam "Babamın ettiği boktan laflar" kitabını almıştım, hani içindeki mizahın bir parçası olurum aptallığı ile. Olur olmaz yerlerde o kitaptan uygunsuz alıntılar yapıp katıla katıla gülmeye başlayınca artık çok geçti. Anladım ki kitap almak ciddi ve zor bir işti. Çok incelemeden yakın bir dostumun kızına aldığım bir kitabı başladıkları için ağlaya ağlaya bitirdiklerinde ciddi laf işitmiştim ertesi gün.

Ege ortaokul yıllarında Manga'ya merak sardı. Hatta çizmeye bile gayret etti. İşgüzar baba olarak ben de hemen "manga çizme teknikleri", "kolay manga karakter yaratmak için" gibi kitapları masasına yığdığımdaki heyecanım yıllar sonra kapaklarının açılmadığını farketmeme kadar sürdü. Bu arada klasikleri okusun diye bütün klasiklerin manga versiyonlarını aldım. Manga çizerlerini standına götürdüm kitap fuarlarında. Lakin en büyük etkinliğimiz Leman çizerlerinin posterini ikibuçuk saat bekleyerek imzalatmak oldu.

Şimdi üniversitede, cep telefonu ekranından binlerce sayfalık, ne okuduğunu sorduğumda "kitap" cevabını aldığım şeyler okuyor. 

Böyle işte...


Ege'nin babası

 


Yorumlar
Yorum eklemek için giriş yapmalısınız