Ekran zamanının kaç dakika kaç saniye olması gerektiğini ölçüp biçtiğimiz günler bitti mi? Neredeyse yaşamın her parçasının ekran üzerinden etkileşimler ile gerçekleştirilmesi gereken birkaç ayı tamamladık. Bu dönemde okul ve dersler, hasta muayeneleri, psikoterapiler, yönetim kurulu toplantıları, pazarlıklar ve satışlar gelişim seminerleri ve pilates dersleri ve burada sayamadığım birçok faaliyeti ekran üzerinden gerçekleştirdik, ya da gerçekleştirmeyi denedik. Multitasking diye dile yerleşmekte olan “aynı anda çok şeyi yapabilme”, aynı anda birden çok hayat yaşama ve bir anlamda hayatımızı uzatma fantezisi gibi.
İşlerin tam istediğimiz gibi gidip gitmediğini, yaşamlarımızı dönüştürücü etkileri olup olmadığını tartışmayı bir başka zamana bırakalım. Ekran ile içiçeliğimizin zihnimiz üzerindeki etkilerini anlamaya çalışırsak, neler görüyoruz? Çağla Fırat’ın yazısında bu konu tartışılıyor. (Yankı Yazgan)
Tüm dünyayı etkileyen pandemi süreciyle beraber günlük hayatlarımızda birçok değişiklik oldu. Aktivitelerimizi ev içine sınırlayan değişikliklerle hayatlarımızın iş, okul, aile, arkadaşlık gibi birbirinden ayrı alanları tek bir çatı altında buluşmuş oldu. Kaygı duygularımızı arttıran ve bizi bir bilinmezlik içine bırakan bu salgının bir etkisi olarak kendi alanlarımıza sınırlanmış durumdayız ve tek iletişim ve etkileşim araçlarımız ekranlarımız. Bu süreçte gerek işlerimize veya eğitimimize devam edebilmemiz, gerekse sevdiklerimizle bağlantıda kalabilmemiz açısından teknolojinin ve görüntülü konuşma araçlarının faydası ve bize getirileri tabii ki yadsınamaz. Ancak, uzun süreler boyunca ekrana bakmanın ve ekran aracılığıyla herhangi bir işe odaklanmanın elbette zorlukları oluyor; özellikle de uzaktan eğitim sürecinde.
National Geographic’te yayınlanan bir makalede Julia Sklar “Zoom yorgunluğu” olarak bilinen ve Skype veya Facetime gibi görüntülü konuşmayı mümkün kılan herhangi başka bir platformda da yaşanan tükenmişlik halinden bahsediyor. Sklar’a göre; pandemi sürecinde artış gösteren sanal etkileşimler beynimiz için son derece zorlayıcı olabiliyor. Peki, evimizden gerçekleştirdiğimiz ve aslında pratik ve elverişli görünen bu sanal etkileşimler sırasında bizi yoran şey tam olarak ne olabilir? Burada yaşadığımız ana sorun; her şeyin aynı anda yaşandığı, her an yeni bir şeyin olduğu ve birçok uyaranın bir arada bulunduğu dijital ortamda dikkati sürdürmenin zorlaşması. Dikkatimizi sürdürmek için harcamamız gereken enerji artıyor; bu da daha çabuk yorulmamıza sebep oluyor.
Yüz yüze etkileşimden farklı olarak görüntülü konuşmalar daha fazla dikkat ve odaklanma gerektiriyor. Yüz yüze etkileşim sırasında; beden dili ve beden duruşu, fiziksel mesafe ve el hareketleri gibi birçok sözel olmayan sosyal ipucu algılıyor ve bu ipuçlarına fazla çaba sarf etmeden doğal olarak yanıt veriyoruz. Bu ipuçları sayesinde karşımızdakinin niyetini anlamamız kolaylaşıyor ve iletişimdeki belirsizlik azalıyor. Ekran üzerinden kurulan iletişimde ise genellikle karşımızdakinin yüzünü veya boyundan yukarısını görüyoruz ve diğer sosyal ipuçlarından yararlanamıyoruz. Bu alışık olmadığımız bir iletişim şekli olduğundan, sözel olmayan ipuçlarını işlemek için daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor; bu da çok daha fazla enerji harcamamız gerektiği anlamına geliyor. Daha fazla enerji harcamak durumunda kalmamız; özellikle uzaktan eğitim sürecindeki öğrenciler ve öğretmenler için oldukça yorucu bir tecrübe yaratabiliyor. Sınıf içinde öğrencilerin dikkatini toplamak hali hazırda zorken, uzaktan eğitimde ekran üzerinden eğitim gören öğrencilerin dikkati daha da çabuk dağılabiliyor. Dikkati sürdürmek için gereken motivasyonu oluşturmak da çok zor oluyor.
Bunlara ek olarak; uzaktan eğitimde “multitasking” diye de bilinen çoklu işlem yapma durumu oluşuyor. Öğrenciler hem sözel olmayan sosyal ipuçlarına odaklanıyor, hem de dersi dinliyor, not tutuyor ve soru cevaplıyor. Dikkat sürekli olarak farklı aktiviteler arasında bölündüğü için, hiçbir aktiviteye tam anlamıyla odak sağlanamıyor. Spor yaparken kitap okumamız ne kadar mümkünse, dijital ortamdaki çoklu işlemler de ancak bu kadar mümkün olabiliyor. Dijital ortamda gerçekleşen eğitimde sınıf içinde olduğu gibi rahatlıkla söz alıp derse katılmak da ayrı bir zorluk; bu da eğitimi daha tek taraflı bir hale getirebiliyor.
Bütün bu zorluklar elbette ki beklenmedik, alışık olmadığımız, belki de hazırlıksız yakalandığımız bir krizin sonucu. Uzaktan eğitim sürecini geliştirmek ve kolaylaştırmak için gereken çözümler ancak zamanla ve deneyimle bulunabilir. Zorlukları daha iyi anlamak ise bu süreci kolaylaştırabilir. Yine de şunu söylemek mümkün; sosyal-duygusal gelişim ve dayanışmaya dayalı ortamların hem dikkati arttırdığını, hem de kaygıyla başa çıkmayı kolaylaştırdığını gösteren araştırmalar mevcut. Dijital ortamda da dayanışma duygularını yaşatmanın yöntemlerini araştırarak işe başlamak faydalı olabilir.
Uzm. Psk. Çağla Fırat