ʺBir Çocuk Ver, Özgüvenli Olsunʺ

Bu yazıda ebeveynlerde özgüven üzerine konuşulan bir röportaj vardır.

Dr. Yankı Yazgan'ın Dr. Çağrı Kalaça'nın sorularını yanıtladığı ebeveynlerde özgüven üzerine konuştukları röportajımızı keyifle okumanızı dileriz.

Yıllardır anne-babalarla görüşüyorsun. Çocuklarının nasıl insanlar olmasını istediklerine ilişkin bir liste yapsak, ilk sırada ne olur?

Çocuklarımızın gelişimlerine ve hayatlarına ilişkin temennilerimizi bir listede alt alta sıralasak benzer noktalarda buluştuğumuzu görebiliriz: Sağlıklı olsun... Mutlu olsun... İyi bir iş güç sahibi olsun… Hayırlı evlat olsun...

Kim itiraz edebilir, ‘hayır, benim çocuğum bunların hiç birisi olmasın’ der ki?

Listeye biraz daha psikolojik içerik kazandıralım dersek, listenin başına ‘özgüvenli olsun’ yerleşir. Özgüvenli olmasın, diyecek bir anne-baba da beklemiyorum.

Peki bu konuda tam bir anlaşma var mı? Yani özgüvenli nasıl olunur? Özgüvenli bir çocuk, nedir, nasıldır?

Bu soruların cevabını ararken ise sıkı bir tartışma çıkabilir.

Kimine göre özgüvenli, lafın altında kalmayan, her konuda fikri olan ya da fikri olmasa bile söyleyecek sözü olan kişidir. Tanımı böyle yaptığımızda, ‘bildiğimiz haddini kendini bilmez bu canım’ diyebilirsiniz.

Başka bir tanım, ‘morali rezil bile olsa hiç bozulmayan, kapıdan kovsan bacadan giren, hiç geri adım atmayan’ ve hatta ‘does not take no as an answer’ (‘Hayır’ diye bir cevabı kabul etmez, demenin özgüvenli bir ingilizce ile ifadesi). Buna da ‘yüzsüz, arsız’ demek isteyenler çıkacaktır.

"Özgüven" tek bir tanımlama ile anlaşılabilir mi? Hayatımızın hemen her aşamasını etkileyen, beki tüm davranışlarımızda rolü olan bir nitelik değil mi?

Özgüven içinde olunan durumla ilişkili bir davranış tarzıdır. Hep aynı kalması beklenmez, yaşananlara göre iniş çıkışlar gösterebilir. Örneğin, üst üste 3 maç kaybeden bir takımın ya da adı defalarca yolsuzluklara karışan bir siyasetçinin aynı yolda aynı minvalde ve aynı yöntemlerle devam etmesi, bir özgüven göstergesinden ziyade yaşananlardan bir ders çıkaramadığını, hatta ne olup bittiğinin farkında olmadığını, farkındaysa da başka bir donanımı olmadığından ötürü aynı yolda gittiğini düşündürebilir.

Özgüvenimizin düşüşü, bir sonraki basamakta bizi daha temkinli yapar; hatalarımızı gözden geçirmeye zorlar. Bir yerde yanıldım herhalde diyerek daha farklı davranma yollarını aramamızı sağlar.

Kendini olduğundan farklı görmek ve göstermek... Bu ve benzeri bazı sorunlu davranışların özgüven sahibi olma gibi gösterilmesine ne dersin?

Özgüveni yüksek tutmanın geçerli yolu olarak yüksekten atıp tutmak, üste çıkmaya çalışmak ve gerçeği çarpıtıp yalan söylemek ise sosyal ve kültürel ortamın neyi makbul gördüğüne göre artıp azalabilir.

Yurtdışı okul başvurularında bazen çocuklardan yaptıkları gönüllü çalışmaları da belgelenmeleri isteniyor örneğin. İşte o noktada gençlerin, belki bir iki gün sadece kapısının önünden geçtikleri sosyal yardım kuruluşunu, yaz boyu katıldıkları bir gönüllülük etkinliği gibi yazabilmeleri; ya da kendilerinin kaleme almadığı metinleri sahiplenmeleri, sonra bunların değerlendirilmesi sonucu o okullara kabul edildiklerinde, bunu hak ettiklerine inanmaları... Bunlar bir anlamda o söz ettiğiniz özgüven katsayılarına “hormonsu” bir katkıda bulunabilir.

Hepimiz düşe kalka büyüyoruz; özgüvenimiz de bir düşüyor bir yükseliyor. Peki çocuklarımızı bu dalgalanmalara karşı nasıl daha dayanıklı kılabiliriz?

Özgüvenden farklı olarak kendimize verdiğimiz değer daha az eylemseldir. Yani ne yaptığımızla ilgili değil ne olduğumuzla ilgili bir ‘ölçü’dür daha çok. Buna “kendilik değeri” diyoruz. İngilizcesini merak edenler için: Self-esteem...

Bu ölçü, dış etkilere daha dayanıklıdır. O sebeple de hatalarımızdan öğrenmemize olanak verir. Yanlışlarımızı kabullenmemiz sorun olmaz, ‘yanıldık’ demekle değerimizden bir şey kaybetmeyiz, kırılmış güvenimizi ise yapabilirliğimiz ölçüsünde arttırabiliriz. Kendimize güvenemediğimiz işlere de girmeyiz, olur biter.

Sarsıldığımız zamanlar olur ama “bitmeyiz”.

Bu çok güzel bir ayrım, aslında insanın kafasını netleştiriyor. Ama bir yandan da teknik terimlerin zorlayıcı bir tarafı var. Sizin için kolay olan ayrımlar, uzman olmayanların kafalarında karmaşa yaratabiliyor. Biraz daha yalın ifade etmek istesek...

Yuvarlak laflar kulağa hoş gelen ve nereye çeksek oraya giden psikolojik –görünümlü terimlerin kafa karıştırıcı olduğunu düşünüyorsanız, ki haklı sayılırsınız, terimleri bir kenara bırakıp, tanımları irdelemeyi tavsiye ederim.

Özgüven, önce (hayatın ilk birkaç yılında) başkasına güven zemininde gelişir. Sonrasında ne yaptıysak ve ne yapamadıysak, özgüvenimiz ona göre iner çıkar.

Kişinin kendine verdiği değer ise, bir çocuk olarak kendisine verilen değer ölçüsündedir. Değer emeğin bir ürünü olacaktır.


Yorumlar
Yorum eklemek için giriş yapmalısınız